15 Nisan 2013 Pazartesi

Lem'alar

 

Risale-i Nur’u merkeze alıp maziye şöyle bir baktığımızda, alınan mesafenin şükür gerektirecek bir mazhariyet olduğunu görmemek körlük olur. Risale-i Nur, ülke sınırlarını aştı ve artık o dünyanın takip ettiği en temel kaynaklardan birisi. Onlarca dilde milyonlarca insan onun penceresinden Kur’an ve kâinatı okuyor.

Dünyanın Kur’an hakikatlerine koştuğu böyle bir dönemde, üzerinde oynanan dilimizin kurbanı olan bir nesil var ki araya örülen duvarları aşıp ona ulaşsa da anlayamadığı için ondan mahrumiyet yaşıyor. Üstelik yolu henüz ona uğramayan büyük bir kitle var ve onlarla olan mesafe, her geçen gün daha da açılıyor, makas büyüyor. Görmemiz gereken başka bir gerçek de yurt dışında yaşayan ve dilimizi canlı tutacak unsurlardan uzak büyümek zorunda kalan yeni nesillerimiz.

İşte bu üç zümreyi nazara alan yayınevimiz, onların da Risale-i Nur’dan mahrum kalmaması için bir adım attı ve diğer dillere tercüme edilirken riayet edilen ölçüler çerçevesinde belli başlı tasarruflarla onu bu insanların da anlayabileceği bir formatta basmaya karar verdi. Az önce ifade etmeye çalıştığımız gibi bu çalışmanın üç temel hedefi var:

1. Özellikle televizyon ve internetten beslenen yeni neslin de anlayabileceği bir metin oluşturmak ve bu metin üzerinden asıl ve orijinal metinlere geçiş imkânı sağlamak,

2. Türkçe’nin dünya dili olma yolunda ilerlediği bu dönemde dilimizi yeni öğrenenlerin Risale-i Nur Külliyatı’na daha kolay ulaşıp Üstad’la daha erken tanışmasını sağlamak,

3. Ülkemiz dışında doğup büyüyen ve diyar-ı gurbette yaşayan, tabii olarak da Risale-i Nur’un yazıldığı dile aşina olmayan genç kuşakların Nur’ların mesajına daha kolay ulaşmasına yardımcı olmak.

İşte bu çalışma, böyle bir maslahatın ürünü. Peki, bunun için ne yapıldı? Öncelikle bu metin hazırlanırken, Risale-i Nur’un mesajının günümüz diliyle ve en açık biçimde anlaşılması esas alındı. Ancak bu yapılırken de, asıl metnin dokusunun bozulmamasına özen gösterilerek bunun nasıl ifade edilebileceği sorusuna yoğunlaşıldı. Anlamayı kolaylaştıracağı düşünülen yerlerde, kelimelerin bugünkü karşılıklarının seçilmesinin yanında, uzun cümleler bölündü ve aynı malzemeyle bu cümle yeniden kuruldu. Istılahta yer alan terimler ve Nur külliyatının anahtar kavramları ise aynen korundu ve değiştirilmedi.

Samimiyetle atılan bu adım ve gayretin, okurlarımızdan gelen yönlendirmelerle gerçek mecrasını bulacağında da şüphemiz yok.

UFUK YAYINEVİ

11 Ağustos 2009 Salı

Bismillah...

Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Rasûlallâh

Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Habîballâh

Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Emîne Vahyillâh

26 Temmuz 2008 Cumartesi

Kabe'nin İçi















Kabe'nin içinde 9 adet oyma, 1 adet altın kabartma ayet, işlemeli tahta bir sandık, oymalı ve içinde tütsü yakılan tarihi bir ocak, metal zemzem testileri ve kandiller bulunmaktadır.


28 Şubat 2008 Perşembe

Boyu uzayan Kâbe


Ali Ulvî Kurucu Bey, hatıralarında Hacı Bayram Camii eski imamlarından Zekâî Efendi'nin Kâbe-i Muazzama ile ilgili sözlerini şöylece aktarıyor:

"İlk Umre tavafımı yaptım. Altınoluk'un altında oturuyorum. Kâbe-i Muazzama'ya bakarken hatırımdan gönlümden şu geçti: 'Ya Rabbi, ben sanırdım ki, Kâbe-i Muazzama'nın civarında Kâbe'den yüksek ev bulunmaz.' O günlerde, civarda dört beş katlı evler bulunuyordu. Yalnız zihnimden geçiyor, dilimle bir şey söylemiş değilim. Rükn-ü Yemânî tarafından, Altınoluk'un altına doğru bir zât geldi. İhramlı, saçlı, esmer, son derece mehîb, heybetli. Selâm verdi. 'Esselâmü aleyküm!' dedi. 'Ve aleykümüsselâm' dedim. 'İrfa' re'sek ve'nzur fevkek! Başını kaldır, yukarı bak!' dedi. Başımı kaldırdım. Kâbe'ye baktım ki, Kâbe gidiyor. Semâya doğru yükselip gidiyor. Gökte uzayıp gitmiş, sonu görünmüyor. Bu gözümle gördüm. Kendimden geçtim. Bir taraftan da 'Allah'ım bu bir su-i edebdir. Fakat dilimden çıkmadı. Gönlüme geldi, kalbime hutur etti. Allah'ım muâheze etme. Allah'ım beni gazabına uğratma, beni yerlere çarpma.' diye yalvarıp yakardım. Kendime geldim. Dedim ki: 'Beni uyandıran, ikazda bulunan zatın bir elini öpeyim, duasını alayım.' Hemen tavafa girdim. Tavaf edenler 45-50 kişiyi geçmiyordu. O zat yoktu. Mekke'de on beş gün kaldım, o zatı hep aradım, göremedim."
(M.Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvî Kurucu, Hatıralar-3)
Bu yazı Abdullah Aymaz'ın Zaman gazetesindeki 04.02.2008 tarihli yazısından alınmıştır...

10 Aralık 2007 Pazartesi

Hakkımızda belki bu hayırlıdır

Çölde, yaşayan bir bedevinin bir horozu, bir köpeği ve bir de merkebi vardı. Horoz, sabahları öter, onları namaza uyandırırdı. Bir gün tilki horozu alıp götürdü. Çoluk çocuğu üzüldü. Bedevi, hakkımızda belki bu hayırlıdır diyerek onları teselli etti. Bir kurt, yüklerini taşıyan merkebini parçaladı. Bedevi, üzülen çoluk çocuğunu yine, belki hakkımızda hayırlısı budur diyerek teselli etti. Bir müddet sonra kendilerine bekçilik eden köpekleri de öldü. Bedevi yine ailesini teselli etti.
Bir sabah gördüler ki, ilerideki birkaç çadırda yaşayanlar, esir alınarak götürülmüş. Hayvanlarının sesleri, merkep anırması, horoz ötmesi ve köpek havlaması çadırda yaşayanları ele vermiş. Bedevinin hayvanları olmadığı için onların varlığından haberdar olamamışlar.
Hakkımızda nelerin hayırlı olduğunu Yüce Allah'tan başka kimse bilemez...

3 Aralık 2007 Pazartesi